LAF OLA HEDEFİNİ BULA
“Ettiğin söz doğrudur, şayet sen doğruysan” diyor bizim Yunus,
Edindiğimiz hayat derslerinden gördüğümüz bunca terbiyenin lüzumu gereği…Laf ola, adamı adam ede,
Laf ola, adamı adamdan ede,
Ola ki laf, dikenli kaktüsü bile,
Gül ide, gonca ide, başlara saçılan karanfil ide…Gençliğimizin verdiği enerjiyle, gelecek kaygılarımızdan hareket kazanıp kendi ayaklarımızın üstüne basma, sosyo-ekonomik bağımsızlığımızı kazanma aşkı muradı ile muhtelif aksiyonlar sergileyip, bunları en son bir macerada harmanlayarak yayına cesurca servis ettiğim, kendi alemlerini aşıp bütün duygularına meydan okuyarak, yerilmeyi, kınanmayı, belki de bunlardan beteri, daha da içeri girmeyi hesaba katıp, müthiş bir özgüven patlaması, idealist duruş, açık yüreklilik ve toplumu yeniden şekillendirme gibi ütopik yaklaşımlarla, nazarlarda ilk, “aranızda, içinizde, yanıbaşınızda, dahi gözün önünde ben de varım ulan! Buradayım!” deyişimin üzerinden çok geçmemiş olacaktı ki, mesajım dalga dalga, sesim uçtan uca, soluğum ciğerden ciğere dolanıyordu. Şarkım dilden dile geziniyor, melodim gönülleri titretiyordu. Yolum, okul kütüphanelerinin rafında, araştırma ödevlerine konu, sosyal sorumluluk derslerine yardımcı kaynak pozisyonunu teşkil ediyordu. Oysa ne ben bunun farkında idim, ne de sen farkımda… Bu çıkış serüvenim, nedenlerimle beraber beni, olmakta olanla birlikte kabullenmeye, kabullendirilmeye hızlıca sürüklüyordu… Olası sorunlara yönelttiğim cevapların genelinde, “herkes gibi bir yaşantım olmasa da, herkesle aynı hayatı paylaşmasam da, duygularım, düşüncelerim, ihtiraslarım, beni insan yapan her olgu bütünlüğümle ben herkes gibiyim, herkesten biriyim işte” diyordum; “sadece bir takım gereksinimlere, yasal, sosyal, idari düzenlemelere, iyileştirilmelere, makul ve kalıcı çözümlere, sorunların bertaraf edilip üstesinden kolaylıkla gelinebilmesi, müştereklerin açığa vurulması, ortak payda ve zemin kültüründe, zorlanmadan sandalye kumandama yön verebilmek adına, salih amel ve halis niyetlerle tabiatımda şeditli ihtiyaç duyuyorum” uzunca ve tane tane ekliyordum ki, muhatabım, bunu “kıyakçılık” zannediyormuş…
İmdi, yazımın bu paragrafında, şu ikisini birbirinden ayırt edelim, edelim ki, güzel günlere olan inancım zedelenmesin.
Bir kere toplumumdan beklentim,
- Lütuf değil, anlayış.
- Yardım değil, destek.
- İnsaf değil, izan
- Merhamet değil, sorumluluk
- Dilenmek değil, saygı görmek,
İlla edep illa edep…
Belki de en önemlisi kabul görmek!Daha geçen gün, Zafer Plaza Otopark’ında yaşadığım tatsız bir hadise, özel insan park alanına park eden görünürde sapasağlam bir hanzonun hakkımı aramakta olan ve yerimize yanaşmak için müsaade isteyen annem ve ablama sarf ettiği akıl tutulmasının da ötesindeki sözler, ağır tahrik ve yine sözde Papua Yeni Gine kabile halk danslarından bozma bir edayla üzere yürüyüşü ve küfre dayalı üslubuyla el kol hareketi bendenize bu satırları kaleme işleme mecburiyetinde bıraktı…
Bırakmakla da kalmadı, daha yeni Hollanda’dan geldiğini anıra anıra ifade eden bu zevat, bizde uyandırdığı devasa gurur ve haklı tavırla, Burası Hollanda değil, Türkiye! Ya efendice haklarımızı tanıyacaksın, ya da biz tanışmasını bileceğiz! Dedirtmeyi başararak bizi körükleme meselenin üzerine saldı. Arkasını aradık, arıyorum.
Siz siz olun!
Hiçbir insana, “sen kimsin?!” demeyin,
Hele ki Özel gereksinimli bir bireye, dezavantajlı kimseye bu üslubu yöneltmeyin.
Yoksa size, “illa başına gelince mi anlayacaksın?” tümcesinin açılımını yapmak durumunda kalırım ki, bundan sakının…
Onun için, karşılıklı hoşgörü, kul hakkına riayet her engeli aşar! Der,
İlimiz Ordu’ya geçmiş olsun dileklerimi yaraların tez sarılması, bu denli faciaların bir daha yaşanmaması temennilerimle, faciazedelerle dayanışma içinde olduğumuz hususunu Bursa’dan selamlarımızla iletirim.
/Can Ahmet Vural
9.8.2018.4
PAYLAŞ