Bonzai Cumhuriyeti
Neyin kafası bu?
Şimdi durdurup soruyorlar bana, “Sevgili Can Ahmet ne var ne yok?” onlara dönüp şöyle diyorum: “Çoktan olmuş olan her şey var, olmayan hiçbir şey yok!”
Çağımızın hali perişan, devran perişan, cümle âlem perişan kimse yok işimize karışan.
…çünkü bu devirde gemisini yürüten kaptan.
Geçen yıl,
Açık Hava Sahnesi’ne herkesimden herkesçe bilinen ünlü bir Rock Grubu konsere gelecekti. Yeğenim çok ısrar etti, “abi nolur gidelim, lütfen gidelim…” dayanamadım ısrarına, “peki tamam kardeşim gidelim” dedim bin bir vaatle… Grubu yakından takip ediyor yaptıkları müziği beğeniyle dinliyordum.
Ta ki o güne kadar…
Beklenen gün gelip çattı... Grup, yanılmıyorsam gece on gibi sahneye çıkacaktı. Parkta güzel bir akşam geçirmek ümidiyle ailecek düştük yola. Sözde Solist efendiyle tanışacak, marifetmişçesine imzalı penasını alacaktık beyefendinin. Kafamızda şekillenen türlü hayaller ve heyecanla havalanmışken konser alanına duyarlı görevlilerin yardımıyla orta kapıdan iniş yaptık; annem, yeğenim ve ben.
Muhterem validem heyecanımızı anlayamıyordu, haklıydı kadın vesselam.
Size yalın bir gerçek söyleyeyim, şimdi ben de anlam veremiyorum bizdeki o heyecana...
Yıldızların dünyası gerçekten karanlıkmış, sahaya varınca anladım. Belki inanmayacaksınız ama onlar sizin inayet elinize muhtaç. Kariyer basamakları kolay tırmanılmıyor tabi. Zira hızlı çıkışlar büyük yalnızlıkların resmi sonucudur. Ömrü boyunca yalnız bu adamlar ve yalnızlığı anırarak temsil ediyorlar.
MFÖ, ERKİN KORAY, EDİP AKBAYRAM gibi değerleri tenzih ediyorum…
Ben alandayken…
Sahnedeki grupla beraber yalnızlıktan anıran bir sürü genç kardeşim vardı yanımda. Yine sahnede elindeki su şişesiyle kendini ıslatan bir genç içi boşalan şişeyi kalabalıklar ortasına fırlatıyor geleceği bizlerden selametle alabilmeleri uğruna güzergâha emanet ettiğimiz gençliğimiz adeta hipnoz olmuşçasına pet şişeyi yakalamak için birbirilerini eziyorlardı. Hayattan usanmış, anne babanın yükünden bıkmış, her türlü derslerden muzdarip ergen bir neslin çöküşüne tanık oldum ben orada.
Kimin kime dayandığı belli olmayan, kimsenin kimseden zerre kadar fayda görmediği, 13-15 yaşlarındaki çocukların ayakta durmakta zorlandığı, ilkel kabilelerden bozma halk dansları edasıyla bir o yana bir bu yana savrulan gençliğin an be an çöküşünü izledim içim sızlayarak ve vicdanım el vermeyerek.
İlk-Orta Öğretim talebeleri ellerinde izmarit ve bira şişeleriyle kollarına taktıkları kız arkadaşları…
Arkamdaki tuvaletlerden gelen çığlık sesleriyle irkildim. Derken bir patırtı koptu ardından ve hemen önümde neyden doğduğu belli olmayan bir kavga başladı. Arkadaşlar yumruk yumruğa, kol kola muhtelif küfürlerle merdivenlerden aşağı yuvarlandı. Grup istifini bozmadan yaptıkları o değersiz gıy gıy müzikle konsere devam etti. Bu cereyan kimsenin umrunda değildi.
Rahatsız oldum.
O an yeğenimi uyardım. “Abisi geliyorsan gel ben halanla buradan çıkıyorum” dedim. “abi siz gidin ben biraz daha kalacağım” dedi. Onu orada yalnız bırakıp arkamıza bile bakmadan hışımla çıktık konser alanından.
Haddim olmayarak ve affınıza sığınarak iki üç tespit yapacağım değerli okur,
Buradan anne babalara yahut adaylarına sesleniyorum, burayı gözden kaçırmayın lütfen:
Bizleri yetiştiren muhterem validem de o gün orada bizimleydi. Benim hazmedemediğim şeylere o tanıklık etti. Ama bize hep fırsat tanıdı. Bu fırsatları tanırken Yaratıcı edasıyla her daim yanımızda yer aldı. Bize kimliğimizi seçme, tanıma hürriyeti tanıdı. Karar alabilme ve verebilme yetisini aşıladı ve bizi sahaya saldı. Sirk maymunları gibi cezayla, ödülle bizleri terbiye etmekten de her daim kaçındı. Önümüze yasaklar koymadı. Onun için isyancı yok aramızda. On sekiz yaşımdan beri aldığım her kuruşun idaresi bendedir. Harcamalarıma karışmaz, benim için aldığı parayı yine benimle değerlendirir. Yani hayatıma rehberdir. Örnek oluşturacak davranışlar içerisinde bulundu bize hep. Henüz ben sekiz yaşındayken ona ve çok kıymetli arkadaşlarına bakıp kendimden utandığımı hatırlıyorum; ‘onların yanında ben n’apıyorum’ dediğimi ve On yaşındayken dualarım esnasında Allah’a söz verdiğimi ‘Ne olursam olayım, nasıl olursam olayım, ister sağlıklı ister hasta, ister varlıklı ister yoksul hiç fark etmez, insanlığa faydalı olacağım’ bana sorumluluk kazandırdı. Şimdi o misyonu üzerimde taşıyorum.
Ben mesulüm, anlıyor musun?
O günden sonra yakın çevremde ne kadar ilim irfan sahibi insan varsa, ne kadar hizmet gönüllüsü kitap dostu adam kadın varsa onlara bu hadiseyi anlatıp “bakın, bizim eserimiz” dedim, diyorum da...
Şimdi dersin ki sıradan bir rock konseri neyi bu kadar büyüttün Can Ahmet?!
Halil Sezai’ye de gittim, Feridun’a da, Mehmet Erdem’e de… Ama ne hikmetse o adamların konserlerinde taşkınlara şahit olamadım. Burada bir şey var, onu da artık sen çıkart. Ya da dur, yine yerine ben yapayım: Model olmak! Bitti.
İşte bakın çıkardım faturayı, şimdi herkes payına düşeni ödesin!
Can Ahmet Vural
10.07.2014
CİDDİ SAAT
Şimdi dünyada nerede biri ağlıyorsa
Sebepsiz, dünyada, ağlıyorsa
Bana ağlıyor.
Şimdi gecede nerede biri gülüyorsa
Sebepsiz, gecede, gülüyorsa
Bana gülüyor.
Şimdi dünyada nerede biri yürüyorsa
Sebepsiz, dünyada, yürüyorsa
Bana gidiyor.
Şimdi dünyada nerede biri ölüyorsa
Sebepsiz, dünyada, ölüyorsa
Bana bakıyor.
Rainer Maria RİLKE
Çeviri : Behçet NECATİGİL
PAYLAŞ